ENGLISH
DESTEK OL!
Gönüllü Ol
HABERLER

Yok Oluşun Hikâyesi: Türlerin Yok Oluşuna Politik ve Felsefi Bir Bakış

Yayınlanma Tarihi: 13 Haziran 2025
Yok Oluşun Hikâyesi: Türlerin Yok Oluşuna Politik ve Felsefi Bir Bakış

Eğer mümkün olsaydı, nesli tükenmiş bir türü hayata döndürür müydünüz? Eğer öyleyse, hangi türü seçerdiniz? Prof. Sadiah Qureshi, arkadaşlarına, öğrencilerine ve hiç tanımadığı kişilere bu soruyu sormaya başladı çünkü, ona göre, verdikleri cevaplar neslinin tükenmesini nasıl anladığımız hakkında çok şey ortaya koyuyor.

Haber: Maya Goodfellow – The Guardian

Çeviri: Özlem Gürtunca

Bazıları dinozorları seçerken, diğerleri insanlar tarafından yok edilen dodo gibi türleri tercih ediyor. Neredeyse hiç kimse bitki veya böcek seçmiyor.

Qureshi, yok oluşun geri döndürülmesi fikrinin yok oluşun anlamını ve yaşamı nasıl ele aldığımız hakkında derin soruları gündeme getirdiğini söylüyor ve soruyor: “İnsanlar, türlerin sonsuza kadar yok olabileceği bir dünyada kendilerini nasıl hayatta kalanlar olarak görmeye başladı?”

Bu konu, neslin tükenmesini daha iyi anlamak için ırk, imparatorluk ve sömürgeciliğin iç içe geçişinden yola çıkan yeni kitabı “Vanished: An Unnatural History of Extinction”da ele alınıyor. “Bir nesli kurtardığımızda veya bir türün ya da başka bir doğal varlığın yok oluşuna yas tuttuğumuzda, duygusal bağlarımızdan veya o doğal varlığın ticari, estetik ya da ekolojik değerine ilişkin algılarımızdan kaynaklanan kararlar alırız” diye yazıyor. Qureshi, yok oluşun sadece bilimsel bir bilmece olmadığını, politik ve felsefi bir konu olduğunu savunuyor.

Qureshi, Birmingham’ın Handsworth semtinde büyüdü ve babasından tüm canlılara saygı duymayı öğrendi. Bu inanç, kitabının temelini oluşturuyor ve Londra’daki Doğal Tarih Müzesi‘nin bahçesindeki büyük kayalıklardan birine oturarak yaptığımız sohbet boyunca sürekli gündeme geliyor. Qureshi, Cambridge’de doğa bilimleri okudu. Lisans öğrencisiyken burayı ilk başta hiç sevmediğini, söylüyor çünkü kendini, oradaki çok katı ve değişmeyen beyazların egemen olduğu ortamın içinde hissetmiş.

Ayrıca, okuduğu bölümü de sevmiyordu: laboratuvar çalışmasından hoşlanmıyordu, deneyleri genellikle başarısız oluyordu ve kısa sürede araştırma bilimcisi olmayacağını anladı. Bilim tarihi ve felsefesi okumaya karar verdi, kendine uygun insanları buldu ve doktora için üniversitede kaldı. Şu anda Manchester Üniversitesi’nde görev yapan Qureshi, ülkede tarih profesörü olan ilk Pakistan kökenli kadın olduğunu düşünüyor.

Qureshi, benimle görüşmeden önce, müzenin ana salonunun tavanına asılmış ünlü balina iskeleti Hope’u ziyaret etmeye zaman ayırdı. “Hope, müze ziyaretçilerinin üzerinde süzülürken,” diye yazıyor Vanished adlı kitabında, “türleri ekonomik değerleriyle ölçmekten vazgeçip, onları yaşamaya değer varoluş biçimleri olarak gördüğümüzde nelerin mümkün olabileceğini gösteriyor.” Kârlı ticari balina avcılığı endüstrisi tarafından neredeyse yok edilen balinalar, kitlesel kampanyalar sayesinde bu uçurumun kenarından döndü. Ama biz tüm canlıları bu şekilde önemsemiyoruz.

“Çevremizdeki yaşama dikkat etmek ve bu yaşama verdiğimiz değeri yeniden belirlemek, daha fazla bilimsel araştırma yapmak kadar önemlidir.”

Dünya, vahşi yaşamın altıncı kitlesel yok oluşunu yaşıyor. 2020 yılında bilim insanları tarafından 500’den fazla kara hayvanı türünün yok olma eşiğinde olduğu ve 20 yıl içinde yok olabileceği tespit edildi. Önceki beş kitlesel yok oluş döneminde, kaybın oranı normalden yüksekti ve türlerin en az %75’i jeolojik olarak kısa bir sürede yok oldu. Bu yok oluşlar, diğer faktörlerin yanı sıra iklimdeki hızlı ve önemli değişikliklerin neden olduğu ve doğal süreçlerin tetiklediği kaçınılmaz olaylardı. Ancak mevcut kriz, kaynak çıkarma, yoğun arazi kullanımı ve kirlilik gibi faktörlere odaklanan bir ekonomi yoluyla insanlığın yarattığı doğal olmayan bir yok oluş.

Yine de, yok olma hakkındaki hikayelerimizin çoğu, sorunun politik doğasından çok, kaybolan türleri keşfeden ve neden yok olduklarına dair yeni teoriler formüle eden kahraman bilim insanlarına odaklanıyor, diye açıklıyor kitabında. Hem okunması kolay hem de akademik açıdan titiz olan Vanished kitabında bize yeni bir hikaye sunuyor. Qureshi’ye göre, hayvanların yok olması, sıklıkla olduğu gibi, insanlığın yok oluşundan ayrı bir tarihsel gelişme olarak ele alınmamalıdır.

Sosyal Darwinizm’in doğal seçilim teorisinden çok önce, Kuzey Amerika’daki sömürgeciler, yerli halkların yok olacağını ve bunun Tanrı’nın doğal kanununun bir kanıtı olduğunu, toprağın ganimetinin beyaz Avrupalılara kalacağını öngörmüştü. Bu mantık, soykırımı ve zulmü meşrulaştırıyordu, çünkü imparatorluklar genişledikçe bu halklar zaten yok olacaktı. “Bu, ‘kaynakları istiyoruz’ demekten çok çok farklı bir emperyalizm gerekçesi, ancak, elbette tüm bunlar birbiriyle bağlantılı,” diyor. Qureshi, yok olma hakkındaki bu argümanların, yerleşimci sömürgeciliğin olağanüstü şiddetini beslediğini ve bugün türlerin yok olması için de geçerli olduğunu söylüyor.

“Korunmaya değer olduğunu düşündüğümüz şeyler, geçmişteki siyasi projelerde derin köklere sahip,” diyor. Örneğin, milli park kavramının kendisi, en azından kısmen, yerli halkların yakında yok olacağı beklentisiyle ilgiliydi. Kampanyacılar parkları el değmemiş, insansız vahşi doğa alanları olarak hayal ettiler. 1864’te kurulan ilk ABD milli parkı Yosemite, Miwok gruplarının eviydi, ancak köyleri yıkıldı ve eski sakinleri açlıktan veya soğuktan öldü. Qureshi, onların “haklarından mahrum bırakılmış, mülksüzleştirilmiş” değil, “tarihi hayaletler” olarak tasvir edildiğini yazıyor.

Koruma çabaları, yerli halkı bir kez daha tarihin dışına itiyor, diyor. Nesli tükenmiş bir türü hayata döndürme anlamına gelen “yeniden diriltme” (de-extinction) fikri heyecan verici gibi görünse de Qureshi için bu, doğayla kurduğumuz mevcut ilişkileri değiştirmemizi gerektirmeyen bir kaçınma biçimi.

Uzak olmayan bir gelecekte yünlü mamutların dünyayı dolaşması (bir biyoteknoloji şirketinin hedefi) hayranlık uyandırıcı olurdu, ancak mamutlar asla eskisi gibi geri dönemeyecek. Qureshi, bunun “genetik olarak tasarlanmış ve fikri mülkiyet olacak yeni bir yaşam formu” olacağını söylüyor. “Bu varlık nasıl bir yaşam sürebilecek? … Ve biliyorsunuz, bir noktada, bir milyarder bu yeniden yaratılmış varlıklardan birini vurmak için çok para ödeyecek.”

Bilimin tek başına bize bir çıkış yolu sunmadığını savunuyor. Her ne kadar genellikle öyle varsayılsa da, bilim doğası gereği nesnel değildir — özellikle de Qureshi’nin “yeniden yükselen biyolojik zorbalık anı” olarak tanımladığı şu dönemde. Bu ifadeyle, trans hakları üzerindeki mücadelede ortaya çıkan biyolojik özcülüğü ve öjeninin yeniden gündeme gelişini kastediyor. Ancak şunu da kabul ediyor: Bilimsel araştırmalar saldırı altındayken —şu anda olduğu gibi— savunulmaları gerekir; çünkü hâlâ bize değerli bilgiler sunabilirler.

“Tarihçiler, filozoflar ve bilim sosyologları, bilimde otorite arayışını uzun süredir sorguluyor” diye açıklıyor. “Bu, dışarıda maddi bir gerçeklik olmadığı anlamına gelmez, ancak… o dünyayla etkileşim kurma biçimimiz kültürel ve tarihsel olarak belirgindir.”

Doğa’yı kontrol etmeye çalışmak yerine saygı duymamız gerektiğini savunuyor. Qureshi’ye göre, doğayı yeniden yabanlaştırmak (rewilding) bir seçenek, aynı şekilde bahçeleri böcekler için olabildiğince misafirperver hale getirmek gibi daha küçük ölçekli değişiklikler de bir seçenek. “Etrafınızdaki insanları, çevrenizdeki yaşamı gerçekten ve derinden önemsiyorsanız, onlara bizim yaptığımızdan farklı bir şekilde davranırsınız” diyor ve ekliyor: “Ve gezegenimize zarar veren modern dünyanın sömürücü yaşam tarzından uzaklaşırsınız… Çevremizdeki yaşama dikkat etmek ve bu yaşama verdiğimiz değeri yeniden belirlemek, daha fazla bilimsel araştırma yapmak kadar etkilidir.”

Henüz yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Paylaş