ENGLISH
DESTEK OL!
Gönüllü Ol
HABERLER

Seyahat mi turizm mi?

Yayınlanma Tarihi: 16 Haziran 2025
Seyahat mi turizm mi?

Yazı: Emre Karabacak

Köyde yaşadığınızı ve bir sabah uyanınca bahçenizde dün ektiğiniz domateslerin üstüne basarak fotoğraf çeken biri olduğunu düşünün… Ya da yaşadığınız siteden çıkıp bir arkadaşınıza kahve içmeye giderken, kentin lezzetli ürünler yapan eski fırınından bir şeyler almak için uzun bir kuyrukta 2 saat bekledikten sonra aldığınız ürünlerin fiyatının birkaç ayda 5 kat yükseldiğine tanık olduğunuzu… Ya da emekli olup yerleştiğiniz küçük sahil kasabasında, bir sabah yüzmek için kumsala indiğinizde her yerin çöp içinde olduğunu ve akşam müzik gürültüsünden balkonunuzda oturamadığınızı… Ya da çok çalışarak kazandığınız üniversite için şehre geldiğinizde; evler turistlere kiralandığı için kendinize uygun kiralık bir ev bulamadığınızı…

Eğer bunlardan biri ya da birkaçı size bir yerlerden tanıdık geliyorsa; günde 10 bin kişinin ziyaret ettiği, Avusturya’nın UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesinde yer alan 800 nüfuslu Hallstatt köyü sakinleri ile aynı hisleri paylaşıyorsunuz demektir. Tahmin edebileceğiniz üzere, Hallstatt, turizmin aşırı derecede artarak soruna dönüştüğü yerlerden sadece bir tanesi.

Seyyah mı, turist mi? 

Turizmin aşırı büyümesi ve yayılması bir günde olmadı elbette. Öyleyse en iyisi, bu noktaya nasıl geldiğimizi daha iyi anlamak için konuya en baştan bakalım. 

Bugün bilinen şekliyle turizm, ilk olarak 1860 yılında Thomas Cook’un İngiltere’den İskoçya’ya düzenlediği tur ile başlamıştır diyebiliriz. Küçük bir grup insanı 80 km ötedeki spor müsabakasına trenle götürme organizasyonu ilk turizm hareketi olarak sayılır. Sonrasında ekonomik durumu çok iyi olan insanların Dünya’yı keşfetme amacıyla toplu olarak başka coğrafyalara yaptığı seyahatlerle devam eden turizm hareketlerinin kitleselleşmesi 1950’lerin sonlarında başladı. Sanayileşmenin etkisiyle değişen toplumsal dinamikler ve ihtiyaçlar, keşif amaçlı seyahatin yanına dinlenme amaçlı tatil ihtiyacı ve hakkını getirdi. Böylece Avrupa’da 1970’lerden sonra hızlı gelişen turizm özellikle büyük şehirlerin dışındaki yerlerde istihdam artırıcı ve döviz getirici etkileri nedeniyle henüz sanayileşememiş ülkeler tarafından hızla geliştirilmek istenilen sektörlerin başında yer aldı.

Thomas Cook’un Mısır turu sırasında bir piramide tırmanan İngiliz turistler, 19. yüzyıl veya 20. yüzyılın başları. Fotoğraf: Rex Features

1980’lerin sonunda Türkiye’nin bir Yunan adası kadar yatak kapasitesinin olması referans alındı ve gelişim için kıyı bandında tahsis ve teşvikler sağlanarak ülkedeki yatak kapasitesi hızla arttırıldı. Türkiye’nin döviz girdilerini artıran ve dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer almasını sağlayan turizm faaliyetlerinin yoğun olarak gözlemlendiği 1980’lerin sonlarından 2000’li yılların başlarına gelindiğinde, doğal ve kültürel varlıkların bozulması ve toplumsal yapının tahribata uğraması gibi sonuçlara daha çok ve daha büyük oranda rastlanmaya başlandı. 

Bunları ilk okuduğumuzda, sanki insanlık tarihi boyunca var olan bir kavram gibi hissettiğimiz, bugün yaygın olarak görülen turizmin geçmişinin en çok 60-70 yıl ile sınırlı olması şaşırtabiliyor. Kervansaraylar, Evliya Çelebi, tarihteki seyyahlar diye düşünmeye başlayınca seyahat kavramının neredeyse insanlık tarihi ile denk bir geçmişe sahip olduğunu ve fakat bunun bugün gördüğümüz turizmden çok farklı olduğunu fark ediyoruz. 

Yüzyıllarca geriye gideceğimiz insanlığın seyahat dinamikleri, sanayileşme ile birlikte dönüşerek 1950’lerden itibaren karşımıza turizm, halk arasındaki deyişle bacasız sanayi olarak çıktı.

Bacasız sanayiden kirleten ve yoran aşırı turizme

1990’larda ilk veya orta öğretim gören çoğu kişi okullarda turizm anlatılırken ilk söylenen tanımı hatırlayacaktır; bacasız sanayi. 2000’lerin başına kadar geçerli sayılabilecek bu tanımın, çelişkisini kendi içinde barındırdığı ise sonradan anlaşılmaya başlandı. Nihayetinde sanayi dediğimiz bir kavramın işleyişi bellidir. Hammadde alınır, üretim sürecine girer, ürün ortaya çıkar ve bu ürün tüketiciye ulaşır. Fakat söz konusu turizm olunca, son yılların yaygın terimiyle söyleyecek olursak, bu sürecin sürdürülebilir olmadığı aşikâr. Zira turizm için hammadde doğal güzellikler ve kültürel değerlerdir. Bu değerler sürekli üretilebilen ya da kaynağından alınabilen sonsuz hammaddeler değildir. En nihayetinde hammadde tüketilince sanayinin kendisi de tüketilmiş olacak demektir. 

1990’larda başlayan turizm yatırımları ve hareketiyle Türkiye’nin ve Dünya’nın birçok yerindeki doğal güzellikler ve kültürel değerler hiç tükenmeyecekmiş gibi tüketilmeye başlandı. Nihayetinde 2010’ların sonlarına yaklaşırken Venedik’ten, Barselona’dan, Hallstatt’tan ve benzer başka destinasyonlardan ‘turist istemiyoruz’ sesleri yükselmeye başladı. Teknik bir yorumla bacasız dediğimiz sanayi, hammaddesi ile birlikte kendini de tüketmeye, halk deyimiyle turizm bindiği dalı kesmeye başladı.

Bazı istatistikler, turizmin kendini tükettiğini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Turizmin çevresel etkisini uydu verileri kullanarak izleyen Fransız start up şirketi Murmuration, gezginlerin %80’inin dünyadaki turizm destinasyonlarının yalnızca %10’unu ziyaret ettiğini, bunun da daha az noktada daha büyük kalabalıklar anlamına geldiğini belirtiyor. Ayrıca Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) 2019’da, pandemi öncesi 1,5 milyara ulaşan turist sayısının 2030’a kadar 1,8 milyar kişiye ulaşacağını ve bunun muhtemelen halihazırda popüler olan noktalar üzerinde daha fazla baskıya ve yerel halktan daha fazla itiraza yol açacağını öngörüyor. 

Türkiye’nin de içinde bulunduğu sanayileşmesi düşük ya da yavaş olan ülkelerde, turizm, ekonomik gelişme için önemli bir sektör olarak görüldü. Özellikle deniz-kum-güneş odaklı kitle turizminin gelişmesi için doğal, kültürel ve sosyal yapıyı etkileyen oldukça önemli tavizler verildi. Bunun sonucunda yoğun turistik faaliyetlerin yaşandığı kıyı, deniz, orman alanlarıyla geleneksel özellikleri ön plana çıkan kırsal bölgeler turizmin neden olduğu tahribatla karşı karşıya kaldı. Bu durum İzlanda gibi birinci dünya ülkesi olarak sayılan ülkelerde de yaşandı. İzlanda’nın 2008 mali krizinin ardından toparlanması, turizmdeki yüksek büyümenin üzerine inşa edildi. 2009’dan itibaren, turist sayısında ciddi bir sıçrama oldu ve şimdi 350 bin nüfuslu bu ada ülkesi son yıllarda yaklaşık 1,6 milyon turisti ağırlıyor. Bu çerçeveden bakınca İzlanda gibi gelişmiş bir ülke aşırı turistin getirdiği negatif etkilere çözüm bulmakta zorluk çekiyorsa, Küba veya Burma gibi ülkeler ne kadar başarılı olabilir? 

Barselona, ​​Venedik, Amsterdam, New York ve diğerleri gibi köklü simgesel destinasyonlardaki aşırı turizm sorunları nasıl çözülebilir? Sahil kasabalarının gözdesi Alaçatı, Bodrum, Kaş, dünyaca ünlü koyları ile Göcek, lavanta kokulu Kuyucak Köyü, tarihi Cumalıkızık, yeşillikler içindeki Fırtına Vadisi’nin değerleri nasıl olduğu gibi korunup gelecek nesillere aktarılır? 

Neden aşırı hale geldi? 

Turizm bir günde bu noktaya gelmedi. Bu sürecin en temeldeki sebebi, sanayileşme ve kentleşme ile gelen tatil hakkı! Kentlerde yaşayan insanların yılın belli dönemlerinde dinlenme ihtiyacı duyması ve bunun keşfetme içgüdüsüyle birleşmesi sonucu artan seyahatler… Avrupa genelinde ve Türkiye’de tatil kavramının ilk dönemleri Akdeniz’deki sahil kasabalarına gidip portakal ya da zeytin ağaçları içindeki küçük pansiyonlarda kalıp, civarda yetişen ürünlerden hazırlanan lezzetli ve sağlıklı yemekleri yemek, denizin ve doğanın tadını çıkarmak olarak gerçekleşiyordu. 

Turizmin aşırı hale gelmesindeki diğer etken ise havayolu ulaşımının yaygınlaşması, orta sınıfın kolaylıkla erişebileceği tutarlarda olması ve gelişen teknoloji ile daha uzak mesafelere seyahat etmenin mümkün hale gelmesi. İnsanlar gitmek istedikleri yere daha kısa sürelerde ulaşmaya başlayınca turist sayısı da artmaya başladı. Küresel ölçekte sivil havayolu yolcu adedi 1950’den 1990’a kadar 1 milyar kişi civarında iken, 1990’dan 2020’ye kadar olan sürede 5 milyara yaklaştı. Giderek gelişen ve ucuzlayan havayolu ulaşımına bağlı olarak; Antalya’dan Avrupa’da herhangi bir kente uçmak, Antalya’dan Adana’ya otobüsle gitmekten daha ucuz hale gelince aşırı turizm kaçınılmaz oldu. 

Aynı şekilde büyük yolcu gemilerindeki artış da bu sürece etki etti. Türkiye’de bunun etkilerini daha az görüyor olsak da Dubrovnik, Venedik, Yunan Adaları, Karayipler gibi bölgelerde binlerce kişilik gemilerle yapılan cruise turizmi, bu gemilerin yanaştığı küçük kent ve kasabalarda büyüklükleriyle orantılı sorunlara sebep olmaya başladı. 

İnternet ve gelişen teknoloji sayesinde insanlar seyahat acenteleri üzerinden uçak, otel, tur, restoran rezervasyonu yapma zorunluluğundan kurtuldu. Bu kolaylık, ilk etapta fırsat eşitliği olmayan ülke, turizm bölgeleri ve küçük işletmeler için bir fırsat olsa da zamanla daha çok kişi dünyanın diğer ucundaki küçük bir kasabaya kolaylıkla tatil planı yapabilmeye başladı. Buna sonradan “kısa dönemli kiralama” olarak tanımlanan tatil amaçlı ev ya da oda kiralama imkânları da eklenince dünyanın her yerinde herhangi bir kasabada herhangi bir ev, turizm ürününe dönüşerek tüketicinin insafına kaldı. 

Son 10 yılda büyük ivme kazanan sosyal medya da aşırı turizmin ateşini iyice körükledi. Yıllar içinde katlanarak büyüyen kullanıcı sayıları ve konaklama, yeme içme, deneyime yönelik tanıtımların zamanla bu mecraya kayması sonucunda kitleler sosyal medya fenomenlerinin keşiflerini sabırsızlıkla bekler hale geldi. Sosyal medyada duyurulan ve adeta birer arzu nesnesine dönüştürülen turistik bölgeler çok kısa sürede fotoğraf paylaşma heyecanıyla yanıp tutuşan kitleler tarafından rafa kaldırıldı.

Tüm bunların birleşimi sonucunda yazının en başındaki noktaya gelmiş olduk… Peki şimdi ne olacak ve bunların bir çözümü yok mu? Elbette birçok çözüm deneniyor. Hem kurumlar hem de bireyler olarak yapabileceğimiz şey de az değil. Bir sonraki yazıda eko-turizm, kırsal turizm, tarım turizmi gibi doğa dostu turizm uygulamalarına göz atacağız. Ondan sonra gastronomi turizmi, gıda ve yerel kalkınmayı konuşacağız. Son yazıda ise neler yapabiliriz tekrar bakacağız.

Etiketler: , , , , ,

Henüz yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Paylaş