Greta ve arkadaşlarından açık mektup: AB rakamlarla oynuyor ve geleceğimizi çalıyor
İklim aktivisti Greta Thunberg ve arkadaşları, Avrupa Birliği’nin Paris Anlaşması kapsamında verdiği emisyon azaltma taahhütlerinin gerçeği yansıtmadığını açıkladı.
Çeviri: Nil Ormanlı Balpınar – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi
“Paris İklim Anlaşması’ndaki taahhütlere bağlı kalmadığımızı biliyoruz, hiçbir zaman da kaldığımızı söylemedik. Ama bu konuda kamuoyunu yavaş yavaş yanımıza çekmeliyiz.”
Son iki yılda, dördümüz de birçok dünya lideri ile görüştük. Kameralar ve mikrofonlar kapalıyken liderlerin söylediklerinden bazılarını duysaydınız muhtemelen siz de şaşırırdınız. Üzerine pek çok yazı yazabiliriz.
Ki emin olun, yazacağız…
İnsanlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerinden biri, iklim krizini çözmeye yönelik gerçekten yeterli tedbirlerin alındığı ve her şeyin kontrol altında olduğu inancıdır, işin aslı öyle olmasa bile. Hem de hiç. “Doğru yönde küçük adımlar” atma zamanı çoktan geçti ama ne yazık ki liderlerimizin başarmaya çalıştığı şey bu – o da en iyi ihtimalle. Kelimenin tam anlamıyla, gözlerimizin önünde geleceğimizi çalıyorlar.
Avrupa Komisyonu tarafından 2030 yılına kadar Avrupa Birliği için önerilen yüzde 55, 60 ve hatta 65 oranında CO₂ emisyonunu azaltma hedefleri, Paris Anlaşması’nın küresel ortalama sıcaklık artışını 1,5°C, hatta 2°C altında tutma hedefinin yanından bile geçmiyor.

Demokrasimiz tamamen vatandaşların kendilerini ilgilendiren konularda bilgilendirilmesine bağlı. Bunu söylemesi bile oldukça rahatsız edici olsa da bilgilendirmeler doğru bir şekilde yapılmıyor. Rahatsız edici çünkü insanlığın geleceğini iklim acil durumu belirleyecek. İşte bu yüzden, önerilen hedeflerin neden yeterli olmadığını açıklayan birkaç kilit noktaya değineceğiz. Lütfen siz de bunları her yerde duyurun.
- Karbon emisyonu azaltımına yönelik AB’ye önerilen hedefler, 1990’lı yıllardaki seviyeler esas alınarak ortaya konmuştur. Geçen otuz yılda emisyon azaltımı konusunda oldukça yavaş adımlar atan AB’nin, bölgesel emisyonlarını halihazırda yaklaşık %23 oranında azalttı, bu da demek oluyor ki, AB Komisyonu’nun önerdiği %55’lik azaltım hedefinin aslında, 2030’a kadar 1990’lardaki seviyesinden (%55-%23)’lük bir düşüş olması gerekiyor. Bugünkü seviyelere baktığımızda, aslında bu oranın %42 olması gerekiyordu. Ve bu da hedeflere ulaşma isteğinin ciddi oranda azaldığını gösteriyor. Üstelik, 1990’dan beri süregelen azaltımların büyük bir kısmı, fabrikalarımızı dünyanın diğer bölgelerine taşıdığımız için gerçekleşti. Yetkili makamların tüketim endeksi verilerini kamuoyu ile paylaştığı İsveç örneğini ele alalım. Burada, 1990 yılında itibaren karbon emisyonlarının ortalama %27 oranında azaldığını görüyoruz. Fakat toplam tüketim endeksinin (ülke dışına üretilen ithal mallar) yanı sıra uluslararası havacılık ve nakliye gibi kalemleri de eklersek (ki bunlar uluslararası bildirilen resmi rakamlara dahil edilmez) bu üç alandaki artış, İsveç sınırlarındaki düşen emisyonların HEPSİNİ telafi ediyor. Yani, İsveç’teki emisyonlar aslında hiç azalmadı. Bu oranları ya ihraç ettiler ya da tüm Avrupa’da, hatta dünyada izlenen bir politika olan yaratıcı bir karbon emisyonu hesaplamasıyla gizlediler. Kilit nokta şu: AB liderleri, 2030’a kadar 1990 yılındaki karbon emisyonu seviyelerden %55’lik bir düşüş sözü verdiklerinde, en başından dürüst olmaları ve bunun 2018 seviyelerine göre sadece %42’lik bir azaltım anlamına geldiğini belirtmeleri gerekir. Hatta korona trajedisi yüzünden gerçekleşen azaltımları hesaba katarsak, mevcut seviyelere göre daha da düşük. Liderlerin ayrıca, ithal edilmesi ve hesaba katılmaması ile ilgili olarak, bu hedefin tüm AB emisyonlarının yalnızca bir kısmını kapsadığı konusunda şeffaf olmaları gerekir. Bir sonraki maddede açıklandığı gibi.
- Önerilen azaltımlar uluslararası havacılık, nakliye ve yine AB dışında üretilen malların tüketimini kapsamıyor. Örneğin, dizüstü bilgisayarınız Çin’de, ayakkabılarınız Endonezya’da, kot pantolonunuz Bangladeş’te, ceketiniz Hindistan’da, kahveniz Kenya’da, akıllı telefonunuz Güney Kore’de ve etiniz Brezilya’da üretiliyorsa, bunların hiçbiri AB emisyonlarına dahil edilmiyor. Köln’den Aachen’e yapılan kısa bir tren yolculuğunun AB’nin sorumluluğu altında sayılan emisyonu, Buenos Aires veya Bangkok’a yapılacak gidiş geliş uçuşlarınkinden daha yüksek. Bu sorun, Karbon Sınır Düzenlemesi’nin (Border Carbon Adjustments – BCA) ileride sunacağı belirsiz önerilerle “düzeltilmeyecek”. AB’nin azaltım hedefleri ve istatistikler tüm AB emisyonlarını kapsamak zorunda.
- Önerilen azaltımlar, işin eşitlik boyutunu da kapsamıyor, ki bu Paris Anlaşması’nın küresel seviyede işlemesi için oldukça önemli bir konu. Belli ki AB ülkeleri, düşük ve orta gelirli ülkelere öncülük etmek ve onlara -bizim son iki yüzyılda çoğunu fosil yakıt kullanarak inşa ettiğimiz- alt yapıyı kurma şansı vermek üzere açıkça anlaştılar. Yollar, hastaneler, temiz içme suyu, okullar, elektrik vb. Söz verdiğimiz gibi liderlik edemez ve ilk adımı atamazsak, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin kendi üzerlerine düşeni yapmalarını nasıl bekleyebiliriz?

- 2030’a kadar emisyonlarımızı (AB’nin taraftar olduğu 1990 seviyesine göre değil, 2010’a göre) yarı yarıya azaltmaya yönelik bu popüler fikir, 1,5°C’nin altında kalma şansını bize sadece yüzde 50 ihtimalle tanıyan bir karbon bütçesine dayanıyor. Fakat bu olasılıklar, doğal ekosistemlerin, okyanusların ve buz tabakalarının sabit kaldığını, yani ısınmayı hızlandıracak geri besleme döngülerini harekete geçiren devrilme noktalarının aşılmayacağını varsayar. Kontrol edilemeyen orman yangınları, hastalık veya kuraklık kaynaklı geriye doğru orman ölümleri, deniz buzullarının yok olmasıyla oluşan albedo etkisi veya metan gazı emisyonuyla kuzey kutup bölgesindeki hızlı permafrost (donmuş toprak) erimesi vb. Bu olasılıklar ya zehirli hava kirliliğinin gizlediği hapsedilmiş ısınmayı içermiyor – ki bu bile başlı başına 0.5-1.1°C kadar yüksek olabilir, ya da işin adalet yönünü. Bununla birlikte, zaman içinde varsayılan seviyeye gelme ihtimali çok düşük olan teknolojiler sayesinde atmosferden yüklü miktarda CO₂ yakalanacağına güveniyorlar. İşin özü, bu yüzde 50’lik ihtimal, aslında yüzde 50’den çok daha az.
Elbette, AB’nin azaltım önerilerinde, “net sıfır” olma yolundaki hedeflere karbon yutaklarının dahil edilmesi gibi bilindik tartışmaları da içeren başka yasal boşluklar var. Başka bir deyişle, emisyonları azaltmamak için ormanların varlığını bahane olarak öne sürmek.
İklim bilimci, aynı zamanda BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin azaltımlar üzerine rapor hazırlayan III. Çalışma Grubu’nun eski eş başkanı Bert Merz, “Yutakların dahil edilmesi, yeni yüzde 55’lik hedefin aslında mevcut hedef şartlarına göre yüzde 50’den daha az olacağı anlamına gelir.” diyor. Diğerleri ise farkın daha ziyade 2 civarında olacağını öne sürüyor.
Dolayısıyla, 1990’lı yılların seviyelerine göre; yüzde 55 eksi yüzde 23, eksi ithal edilen malların tüketimini, uluslararası havacılık ve nakliye, eksi yüzde 2-5’i de düşersek… Zorlu bir matematik problemine dönüşmüş olsa da genel fikri anladığınızı düşünüyoruz. Mesele şu ki, 2030 yılına kadar aslı yüzde 55, 60 veya 65 olan azaltım oranlarından birçok kalemi düşmek durumundayız.
AB Komisyonu, 1990 yıllarını esas almanın “adil” olduğunu öne sürecek, “1990, AB’nin ana iklim hedefleri için her zaman esas aldığı yıl olmuştur” ve “AB, emisyonlarımızı azaltmaya 30 sene önce başladı diye neden cezalandırılıyor?” diye soracak. Cevap şu ki, aslında o zamanlar emisyonlarımızı azaltmaya başlamamıştık. Onları sadece yurt dışına taşıdık ve çoğunu resmi rakamlara dahil etmedik.
Ayrıca, bazı ulusların ve bölgelerin ayrıcalıklı muamele görmelerine izin verilmesi fikri, hiç şüphesiz ki tüm Paris Anlaşması’nı ciddi şekilde tehlikeye atacak.

İklim adaleti olmadan sosyal adalet olamaz. Emisyonlarımızın büyük bir kısmını yurt dışına taşıdığımız, ucuz işgücü ve kötü çalışma koşullarını kullandığımız ve çok daha zayıf çevre düzenlemelerini uyguladığımız gerçeğini kabullenmeden iklim adaletinden söz edemeyiz.
Çünkü iklim krizinden en az sorumlu olanların sonuçlarına daha fazla katlandıkları gerçeği bir yana, satın aldığımız ürünleri ürettikleri için onları bir de kendi emisyonlarımızdan dolayı suçluyoruz.
CO₂ emisyonlarında yaşanan her bir azalma memnuniyetle karşılansa da AB Komisyonu ve Parlamentosu’nun önerileri yeterli olmaktan çok uzakta. Ama yine de bu konuya dair hiçbir yerde tartışmaya rastlanmıyor. Eğer iklim felaketinin önüne geçmek için küçük de olsa bir şansımız varsa, ki önüne geçemeyeceğimiz zamanlar çok da uzak değil, tüm bunların değişmesi gerekiyor.
Liderlerimiz, bizi bu karmaşıklığa sürükleyen aldatıcı taktikleri üzerine sözde “taahhütler” oluştururken yeni yasal boşluklar yaratmak yerine, iklim acil durumuyla bir an önce yüzleşmeli.
Açık konuşalım. Önerilen tüm bu hedeflerin ve taahhütler neticesinde, büyük ihtimalle Paris Anlaşması’na mutabık kalma konusunda elimizdeki o ufak şansı da kaçırıyoruz. Evvela, en iyi bilimsel olanakları esas alarak yıllık, bağlayıcı karbon bütçelerini uygulamamız, iklim ve çevre krizini gerçek birer kriz olarak ele almadan çözebilecekmiş gibi davranmayı bırakmamız gerekiyor. Açık mektubumuzda konu ile ilgili daha detaylı açıklamalarımız mevcut.
Küresel fosil yakıtlardan kaynaklanan CO₂ emisyonumuzun neredeyse üçte biri 2005 yılından beri salınıyor. Yüzde 50’den fazlası ise 1990 yılından bu yana oluştu. Yıllık emisyonumuz artık o kadar yüksek ki, ‘bildiğimiz gibi davranmaya’ devam ettiğimiz her geçen yıl, hem sayısız kuşağın hem de bugün en fazla etkilenen bölgelerde yaşayan insanların gelecekteki yaşam koşullarını etkileyecek. Sorumluluk bugünün liderlerindedir. Eğer bu konudan bahsetmeyi sadece bilim insanlarına, sivil toplum örgütlerine ve aktivistlere bırakmaya devam edersek, başarısız oluruz.
İki yıldan fazla bir süredir mesajımızı yineliyoruz: Bilimi dinleyin, bilime göre hareket edin. Ama mesajımız açıkça anlaşılmıyor. Bilim hâlâ göz ardı ediliyor.
En fazla etkilenen bölgelerde yaşayıp, en fazla etkilenen insanlar için işin adalet yönü sistematik olarak inkâr ediliyor.
İklim acil durumu hızla kontrolümüzden çıkıyor. Eğer bir şans yakalayacaksak, tüm dikkatimizi bu konuya vermeliyiz. Bugünden itibaren haberlerin, siyasetin ve tüm toplumumuzun konuştuğu ana konu bu olmalı.
Yazı: Luisa Neubauer, Greta Thunberg, Adélaïde Charlier, Anuna de Wever van der Heyden
Çeviri: Nil Ormanlı Balpınar – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi
Kaynak: Medium – The EU is cheating with numbers — and stealing our future